27 Kasım 2016 Pazar

Bir Hikaye Anlatım Formu Olarak Oyun: Gone Home (2013)


Video oyunlarını hala sanat eseri olarak kabul etmekte zorlanıyorsanız, bu muhtemelen internet kafelerde oyun oynayan insanların "adam öldürmek" ya da "paladin basmak" dışında bir şey hissetmediklerini düşündüğünüzdendir. Uzaktan bakınca elbette bilgisayar oyunları "kazanmak" ve "kaybetmek" arasında bir çizgide seyrediyor ve çoğu zaman insanı bu şekilde tatmin ediyor. Sinema gibi, video oyunlarının da mainstream olanları ve indie olanları mevcut. Bu açıdan gerçekten "eğlenmelik" bir oyun yapmaktan uzak duran ve bir hikaye anlatım formu olarak oyunları kullanan sanatçılar da var. Söz konusu ana karakteri canlandırdığınız bir filmden ne farkı var ki bazı oyunların? 

"Gone Home" bir günlük "bedava" olması sayesinde adını duyduğum ve merak edip indirdiğim bir oyun. Herhalde beklentim olmamasından kaynaklı bir aşırı uyarılma yaşadım, çünkü karşımda mükemmel bir oyun duruyordu. Bu kazanıp kaybedeceğiniz bir oyun değil. Tek seferden fazla oynanacak bir oyun da değil. Ölmeniz bile ihtimal dahilinde değil. Sadece karşımızda gizlenmiş bir hikaye var, ve oyunun bize ödülü bu hikayenin parçalarına ulaşmamıza izin vermesi. Hikaye demişken, bu öyle bir hikaye ki, bu kadar güzel bir aşk hikayesini herhangi bir oyunda görmemiş olabilirsiniz. Ne kadar övsem az olacak diye korkuyorum.


1995 yılında geçiyor hikayemiz, Avrupa gezisinden evine dönmüş bir genç kızı oynuyorsunuz. O kadar uzun zaman olmuş ki, ailemizle bağlantımız bile oldukça kopmuş. Eve döndüğümüzde bomboş buluyoruz. Bu arada ev de alışık olduğumuz bir ev değil, çünkü hikaye ilerlediğinde anlıyoruz ki bu ev babamıza miras kalmış ve biz yurtdışında iken taşınılmış. Odamıza vardığımızda sadece koliler buluyoruz. Tabi bizi karşılayan en önemli ayrıntı da kapıda bizden 2 yaş küçük kardeşimizin bıraktığı not. Kendisi evden kaçtığını söylüyor ve özür diliyor.

Gone Home için tam olarak şunu söyleyebilirim: Hadi hikayeyi bulalım! Oyun tam olarak dev bir konakta yavaş yavaş gezinmek, sağa sola bırakılmış notlar ve mektuplar üzerinde neler olup bittiğini çözmek üzerinde. Hadi kardeş evden kaçmış ama anne baba nerede? Hadi onu geçtim, bir de evde yaşadığı söylenen bir hayalet var, ki evin ürkütücü atmosferi sırasında her an karşınıza çıkacağı gerilimi devam ediyor. Bir yerden sonra garip bir ergenliğe geçiş hikayesi ve hayalet hikayesi, tam anlamıyla sıcacık bir aşk hikayesine evriliyor. Bu sıradan bir aşk hikayesi de değil üstelik. Yavaş yavaş genç bir kızın duygularını tanımlaması, kendi kimliğini bütünleştirmesi ve gerçek aşkı ortaya çıkarması üzerine kurulu. Burada spoiler vermemek adına ayrıntıya girmiyorum, ama oynarsanız gerçekten etkileneceksiniz. Hatta yer yer gözlerim bile yaşardı itiraf ediyorum. Black Mirror'ın 3. sezonunun 4. bölümü "San Junipero" da benzer bir iz bırakmıştı kalbime. (Kendisi hakkındaki incelememi burada bulabilirsiniz.)


Oyunun grafikleri abartılı düzeyde değil, ama ayrıntılar ve tasarımlar tam olması gerektiği gibi. Karşımızda onlarca odadan oluşan bir ev var ve her odanın her çekmecesi karıştırılabilir düzeyde. Ki karşımıza gizli geçitler ve odalar da çıkıyor ki oyun adım adım yeni bölgeler açıyor. Basit bir kurşun kalemden, karmaşık bir yemek masasına kadar her tasarım büyüleyici. Dahası yavaş yavaş 90'lar girl power alt kültürüne doğru ilerlediğimiz ve hatta bir fanzini inceleme fırsatını bile bulduğumuzu söyleyebilirim. Oyun çekme kasetlerle dolu ve bulduğunuz zaman şahane punk ya da post-punk şarkıları ile ödüllendiriliyorsunuz. Oyunun soundtrack'inin oyunla ilgili en güzel şeylerden biri olduğunu söylemeliyim.

Kısacası, bu oyunu özellikle bilgisayar oyunu sevmeyen ama iyi bir hikayeyi izlemek için de sabrı olan insanlara öneriyorum. İlk başta sizi çıldırtmayacak, ama bittiğinde de hiç unutamayacağınız bir deneyim olarak kalbinize kazınacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder