24 Ağustos 2016 Çarşamba

Frank Ocean'dan Blonde: Tanımlaması Zor Bir Deneyim



Radiohead, A Moon Shaped Pool'u piyasaya sürmeden önce mükemmel bir taktik ile kendini önce yok etmeyi başarmıştı. Esrarengiz hareketler hayranları yeni albümün geldiği konusunda heyecanlandırmıştı. Ocean ise bunun ötesine gitti sanırım. Ocean sadece 2 albüme sahip bir müzisyen ve buna rağmen büyük bir hayran kitlesi mevcut. Kendisi pek çok açıdan devrimsel kabul edilebilecek şeyler yaptı. Pyramids gibi uzun ve metaforik bir şaheser yarattı mesela. Tek bir rnb klişesini bulamayacağınız işler yaptı. Hayranı olduğu müzisyenleri şarkılarında çok ufak rollerde bulundurdu. Thinking About You ile 2010lu yılların en iyi şarkılardan birine imza attı. Albümü boyunca türden türe gezindi, elektronik gitar sololarından, hiphop parçalarına kadar dinlemekten keyif aldığı her şeyi bir şekilde yerleştirdi şarkılarına. Bu açıdan Channel Orange oldukça eklektik bir albümdü. Albümden hemen sonra ise eşcinsel olduğunu çok duygusal ve değişik bir mektup ile açıkladı ve Amerika'daki siyah müzik topluluğundaki homofobinin bunu ne kadar zorlaştırdığından dem vurdu. Göz yaşları döktü. Ortadan kayboldu. Kişiliği ile değil, müziği ile ön planda olmak istedi. Hayalet oldu, arada ufak projelerde göründü ve tekrar kayboldu. Biz ise ne yapıp ettiğini merak eder olduk. Sonuçta Ocean, ne yaptığını bilen birkaç genç müzisyen dehadan biriydi.

Ocean'ın albümü 1 yıl önce çıkmalıydı, en azından herkes böyle biliyordu. Adı "Boys Don't Cry" olmalıydı, ama olmadı. Saçlarını yeşil-sarıya boyattığı, üstünün çıplak olduğu ve yüzünü kapadığı bir albüm kapağı ile "Blonde" adıyla piyasaya sürdü. Ama albümünü çıkarmadan 2 gün önce burada da incelediğim Endless isimli lo-fi video albümünü yayınladı. Boys Don't Cry adında bir dergi çıkardı ve sınırlı sayıda dağıttı. İçini pek çok müzisyenin eserleriyle ve kendi şiirleriyle doldurdu. (Şimdiden internette absürd fiyatlara satılır oldu.) Sonra Nikes klibini koydu sitesine. Klip neredeyse şarkıdan güzeldi. Adım adım heyecan katsayısını arttırdı. Albüm yayınlanacak denilen her tarihte yayınlanmadı ve sonra pat diye itunes'ta belirdi.

Albüme paramı verirken hiç gocunmadım. Ocean, parama ihtiyaç duyduğundan değil ama ben emeğine değer verdiğim için. Bir yandan pişman olmayacağıma dair bir inanca da sahiptim. Albümü ise neredeyse 5-6 kere dinledim. İlk 2-3 dinlemede herhangi bir şey oluşmadı kafamda. Sadece garip nota kırıntıları, değişik anlar ve duygular vardı. Sonra gün içinde bir şeyler mırıldanmaya başladığımı fark ettim. Hangi şarkı olduğunu bilmiyordum, ama albüm çok yakalayıcı olmamasına rağmen dilime dolanmaya başlamıştı. Sonra tekrar oturdum ve tek tek dinledim. Dikkatimi verdim, zihnimi Ocean'ın tanımlanamayan garip albümüne bıraktım. Ve bir şeyler netleşmeye başladı.

Öncelikle söylenmesi gereken şey ile başlayayım: Ocean çok olgunlaşmış. Bir Pyramids ya da Thinking About You bekleyenleri üzecek olan şey de bu sanırım. Ocean olgunlaşmış ve minimalizm yavaşça onu ele geçirmiş. Ufak anlara, notalara ve ritimlere dalıp gitmiş. Albümün en hareketli şarkılarından Nikes mesela, dinledikçe büyüyen bir eser. Klibi gibi, Ocean'ın zihninden fırlayıp çıkan karelerden ibaret. Albümün en kompleks şarkılardan biri olmasına rağmen kendine Channel Orange'da kesinlikle yer bulamazdı. Hemen ardından gelen Ivy albümün en güzel pop şarkılarından biri. Johnny Greenwood'un albüme katkıda bulunduğunu biliyorduk, ama bu güzel gitar tınılarını arka plana koyan o ise şaşırmayacağım. Geçmişi düşünen ve hatalarını gözden geçiren bu şarkı albümün en güzel şarkılardan biri kesinlikle. Ama bu da Nikes gibi ilk dinleyişte çarpan türden değil, yavaşça büyüyen türden.


Pink + White muhtemelen en dinleyici dostu rnb şarkısı. Öyle ki şarkının back vokallerinde Beyonce'un adı geçiyor ama fark etmek pek kolay değil. Ocean gerçekten albümüne katkıda bulunan kimseleri göze sokmayı sevmiyor. Şarkının yapımcıları ise Tyler, the Creator ve Pharell Williams. Şarkı ise yine geçmişle ilgili anıların gözden geçirilmesi gibi geliyor. Özellikle kokain kullandığı döneme göndermeler içeriyor. Hemen sonrasında ise Be Yourself isimli interlude geliyor, bunlardan albümün belirli yerlerinde var. Ocean ilginç bir şey yapıp, annesinin telesekretere bıraktığı mesajı alıp hafif bir synth eşliğinde albüme koyuyor. Hemen sonrasında albümün muhtemel single'larından biri olan bir yalnızlık masalı Solo başlıyor. İnanılmaz yavaş bir ritm eşliğinde ilerleyen şarkı, Ocean tekrar kulak dostu olmak için çaba göstermediğinin özeti gibi. Arkada çalan bir kilise orgu mu bilemiyorum, ama gerçekten Ocean bu şarkıda asıl müzik aletinin kendi vokali olmasını istemiş gibi görünüyor.

Kendrick Lamar'la icra ettikleri Skyline To benim favorilerimden biri oldu. Kuş sesleri dışında bir melodi yok şarkının başında. Yine Ocean'ın karmakarışık sözleri karşılıyor bizi, binbir türlü şeyler alakalı fikirlerini gözden geçiriyor. Albümün bir "hayatını gözden geçirme" albümü olduğuna iyice ikna olmaya başlıyorsunuz. Sonra ilginç bir şey oluyor, albümün ortasında melodi yükseliyor ve neredeyse müzikal testereyi andıran bir solo giriyor ortada. Albümün daha başında şimdiden ne diyeceğimi bilemiyorum.

Self Control albümün hitlerinden biri sayılabilir. Autotune ile bozulmuş bir vokal melodisi ile başlıyor. Sonra da tatlı bir akustik gitar melodisi eşliğinde söylemeye başlıyor Ocean. Yine gösteriş yok, karmaşık düzenlemeler yok. Sıcacık bir şarkı bu. "I'll be the boyfriend in your wet dreams tonight" diyor. Şarkının arzu duyduğu kimseyle seks yapmak üzerine olduğu ortada. Ama belirgin bir reddedilme de var. Şarkının sonuna doğru kontrolünü kaybettiğini haykırıyor, biraz üzüntü ile, biraz kendini kaybederek.

Albümün belki en güzel iki şarkısından biri ortalarında karşımıza çıkıyor. Nights garip bir şekilde insanın diline yapışıyor. Harika bir elektro gitar melodisine sahip bu şarkı da ilk yarısında daha hızlı bir hiphop şarkısı gibi ilerlerken, sonradan yumuşayarak farklı bir şarkıya dönüşüyor. Bu şarkı belki de Pyramids'in tahtına göz dikebilir bambaşka bir deneyim olarak. Aynı şarkının iki farklı chapterı olduğu pek görülmüş bir şey değil. Ama söz konusu Ocean olunca, bu "geceler" şarkısı, aynı gecenin iki farklı versiyonu gibi olabiliyor. Adeta ayın karanlık ve aydınlık yüzleri gibi bu şarkı. Tam olarak Frank Ocean hissinin özeti bu şarkı olabilir.

Sonrasında gelem Solo (reprise)'dan da bahsetmemek olmaz çünkü albüm çıktığında herkes Outkast'ten Andro 3000'ın neredeyse epileptik düzeyde mükemmel söylediği bu bir dakikalık beyin yakan şarkıdan bahsediyordu. Bu kadar mükemmel rap yapıldığına çok nadiren şahit olmuşumdur.

Albümün en deneysel şarkısı, en tatlı isimlerinden birine sahip: Pretty Sweet. Burada Ocean gerçekten darmadağın bir, lo-fi, atmosferik bir ton yakalamış. Sonlara doğru gelen davul ritmi ile oldukça acayip bir şeye dönüşüyor. Herhalde tarif etmesi en zor şarkı bu çünkü sonuna doğru bir çocuk korosu bile işin içine giriyor. Bayılmadım desem yalan olur. Facebook Story ise prodüktör Sebastian'ın ilişkisinin bitişini anlattığı bir geçiş şarkısı, sonrasında Close To You isimli minimalistik elektronika ile bir bütün oluşturuyor. 


Arabalara merakını bildiğimiz Ocean, albümün sonuna yaklaşırken en duygusal şarkılarından biri ile karşımıza çıkıyor: White Ferrari. Albümün şu ana kadar pek çok doruk noktası olmasına rağmen bu noktada albümün bitmesini isteme buluyorsunuz kendinizi. Halbuki 14. şarkıya geldik ama Ocean'ın hala kenarda sakladığı birkaç numarası bulunuyor. 

Albümün en güzel iki şarkısından biri ise Radiohead tadında bir gitar melodisi ile açılan Siegfried. Nordik mitolojisinden bir alıntıyla başlıyor ve cesur bir savaşçıyı metafor olarak kullanarak kendi biseksüelliği üzerine mırıldanıyor Ocean. Gerçekten tüyleri diken diken eden bir şarkı bu. Kendi ile hesaplaşmanın bu kadar derinlikli ve duygu dolu olanına çok sık denk gelmiyoruz. Hatta intihar sonucu kaybettiğimiz Elliott Smith'in A Fond Farewell'inden birkaç mısra ile alıntı yapmayı da ihmal etmiyor. Orkestra işin içine girdiğinde ise çoktan kontrolden çıkmış durumdayım. İşte bu noktada albümün gerçekten Ocean'ın daha önce yaptığı her şeyden daha olgun olduğunu düşünüyorum. Aklıma gelen tek kelime "şiirsel" oluyor.

Çocukluk anılarını yad ettiği Godspeed albümün bitişinden hemen önce bizi karşılıyor. Ocean'ın ifadesine göre Boys Don't Cry isminin ilhamı bu şarkıdan geliyor. Albümün kapanışını yapan Futura Free ise 2 parçadan oluşan 9 dakikalık mükemmel bir şarkı. Bana Kanye West'in efsane albümü My Beautiful Dark Twisted Fantasy'nin finalini yapan Lost In The World ve Who Survive In Amerika ikilisini anımsattı. Çok güzel bir gitar melodisini takip ediyor Ocean, ama bu sefer içinde ümit ve mutluluk kırıntıları var. Ayrıca albümün 2. yarısındaki synth melodisi bütün ara şarkıların arkasında çalan melodi olduğu için albümü tamamlıyor. Bu kısımda değişik sorular ve röportajlar dinliyoruz. Eski bir videokaseti izlemek gibi bir deneyim yaşatıyor Ocean bize.

Albüm biraz emek istiyor, Channel Orange kadar kolay dinlenebilen bir eser değil. İyiki de değil, açıkçası ilk dinleyişlerde ısınamamış olmama rağmen şu an Ocean'ın kendini tekrar etmemiş olmasından dolayı çok mutluyum. Çünkü gerçekten kendini her albümde biraz daha aşacağını düşünüyorum. Her seferinde tanımalaması zor albümler yapacak. Bir bukalemun gibi değişik şekillere kılıklara girecek ama asla Ocean olmayı bırakmayacak. Albüm eleştirmenler tarafından muhtemelen beğenilecek ama yılın albümü olmasa bile, üzerinden zaman geçtikçe değeri daha çok anlaşılacak, daha çok anılacak bir albüm olacağına eminim. Bu nedenle albüme şans vermek gerekiyor, küçük melodilere, ayrıntılara kulak kabartmak gerekiyor.

Ben bayıldım, bir sanatçı olarak Ocean'ı dinleyicisine değer verdiğine, ona yeni deneyimler yaşatmayı arzuladığına inanıyorum. Ki bu hayranlık uyandırıcı. Ocean gibi bir dehanın daha neler yapabileceği ile ilgili heyecan yaşıyorum. Umarım ömrüm bunları dinlemeye yeterecek kadar uzun olur.

"Nikes"ın trippy klibini izlemenizi şiddetle öneririm. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder