21 Ağustos 2016 Pazar

Anı Kırıntılarının Peşinde: To The Moon


Çok nadiren bir eser içimi aniden ağlama hissi ile doldurur. Bunlardan biri olan To The Moon adını bir süredir duyduğum bir oyundu. 8-bit grafiklere ve müziklere olan sevgimin de etkisi ile steam yaz indiriminde oldukça uygun bir fiyata alıvermiştim. Oynayan insanların yorumları da genelde oldukça duygusal bir hikayeye sahip olduğu yönünde olunca, bugünlerde şansımı denemeye karar verdim.

Nereden başlamalı bilmiyorum. Bir oyun kendi içinde nasıl Eternal Sunshine Of The Spotless Mind, Inception, Memento ve Makoto Shinkai animelerini bu kadar iyi sentez edebilir? Bu saydığım göndermeleri tek tek açmak gerekir ama bu oyunun gerçekten spoiler'dan uzak olması gereken incelemesine gölge düşürecektir. Temel olarak şunu söylemek gerekir. Bu aslında bir bilimkurgu hikayesi, ama bilimkurgu felsefesi ile hiç alakası yok. Yukarıda saydığım isimler gibi, ya da Never Let Me Go filminden de anımsayabileceğiniz o "yakın gelecekte geçen ve bilimkurgu sosunu duygusal hikayesine bir fon olarak kullanan" türde bir eser. Açıkçası oyunu oynadıysanız zaten biliyorsunuz, bu pek de oyun sayılmaz. Oyun boyunca çok az etkileşime girebiliyorsunuz, çok az bulmaca çözüyorsunuz. Herhangi bir savaş ya da dövüş zaten yok. RPG demek ne kadar doğru o açıdan bilemiyorum bile. Ama oyun yine de çok güzel, çünkü hikayesi çok güzel. Bu hikayeyi bir roman olarak yayınlasaydı belki de çok daha fazla satabilirdi, kim bilir. Yazarı ise oyunun yapımcısı olan Kan Gao'nun ta kendisi. Gerçekten derinlikli karakterler ve diyaloglar yazabilmek konusunda çok ciddi bir yeteneği var. Sanırım hikayenin absürdlük seviyesine rağmen oyuncuyu inandırabiliyor ve sonunda hüngür hüngür ağlatacak derecede eline alabiliyorsa, burada büyük bir başarı var demektir. Özellikle Sigmund Corp'un (Freud'a selamlar) 2 psikiyatrist doktoru arasındaki ilişki gerçekten en güzel filmlerdekinden bile daha güzel. Dr. Watts'ın göndermeleri ve esprileri yanında, Dr. Rosalene'in onu idare etme biçimi ve işine olan bağlılığı bu iki karakter hakkında hiçbir şey bilmememize rağmen onları tanıyormuşcasına sevmemize yol açıyor.

Origami tavşana doyacağınız bir oyun arıyorsanız, hemen burada!
Buradan sonra bir paragraf boyunca SPOILERlı yorum yazmak niyetindeyim. Bu nedenle oyunu oynamadıysanız bir sonraki paragrafa atlayarak devam edebilirsiniz. Oyunun çok fazla seviyede başarılı olmasının bir nedeni de elindeki materyali çok iyi incelemesi. Mesela ana karakterimiz ile aslında sadece ölüm döşeğinde karşılaşıyoruz. Anıları arasında gezinirken ise karakterleri tanımaya çalışıyoruz ama bir gariplik var. River mesela, gerçekten güzelliği ile hepimizi etkiliyor ama garip davranışlarına anlam vermek için epey deşmemiz gerekiyor. Ben bir psikiyatrist olarak River'ın Asperger Sendromu olduğunu kısa sürede anladım. Ama oyun bitene kadar bunun adı hiç geçmiyor, sadece yaygın bir gelişimsel bozukluktan bahsediliyor. Bu sendromun semptomlarını o kadar gerçekçi bir şekilde hikayenin içine işlemiş ki şaşmamak elde değil. Johnny ise benzer bir şekilde hastalığı hakkında öğrenmek istemediğini söylüyor. Johnny'nin mutsuz bir evliliği sürdürdüğünü görebiliyoruz. Ama asıl problem beta blokerların neden olduğu bir hafıza bulanıklığı ortaya çıkınca daha da ilginçleşiyor. Aya gitmek isteyen Johnny neden bunu istediğini bilemiyordu. Bu tam anlamıyla bir semptom gibi çalışıyordu ve gerçekten bilinçdışında gizli kalan sebepleri bulmak zorunda kalıyorduk. Dr. Watson ve Rosalene için işlerini oldukça uzatan bu yol, aynı zamanda bir ikame çocuk sendromu ile karşı karşıya kaldığımızı da ortaya çıkarıyor. Hikayenin basit bir aşk hikayesinden bir travma terapisine dönmesi, bunun ise ölüm döşeğinde son saatlerini yaşayan bir insanın beyninde gerçekleşiyor olması gerçekten insanı duygulara boğuyor. Sonunda mutlu bir final yaptığımızı düşünüyoruz mesela, ama aslında olan sadece yaşanmış koca bir ömrün acılarını son saniyede ortadan kaldırma çabasından başka bir şey değil. Bu hali ile karmakarışık bir duygu yığını bırakıyor önümüze.

Bunun gibi birbirinden güzel anılar içinde kayboluyorsunuz.
Oyunun türkçe dil desteği de var, ve çevirisi de çok kötü değil sanırım. Ben ilk 10 dakikadan sonra kendi dilinde oynamanın diyaloglar konusunda daha eğlenceli bir deneyim sağlayacağını düşünüp değiştirdim. Ama bu kadar metin üzerine yoğunlaşan bir oyunu denemeniz için güzel bir sebep olabilir bence. Çok küçük bir ekiple yapıldığını ve soundtrack'i bile authoru diyebileceğimiz Kan Gao'nun yaptığını eklemem gerek. Soundtrack neredeyse mükemmel, bu türde oyunlarda işittiğim en iyisi bile olabilir. Adamın on parmağında on marifet var neredeyse. Makoto Shinkai'nin özellikle ilk 3 animesindeki müziklerin atmosfer ile denk düşmesi durumunu yaşıyorsunuz. Finale doğru çalan meşhur şarkıyı ise BURADAN dinleyebilirsiniz.

Ayrıca youtube'u biraz araştıracak olursanız pewdiepie dahil bütün youtube oyuncularının oyunu oynarken nasıl göz yaşlarına boğulduğunu gösteren videolara rastlayacaksınız. Bu oyunu oynayıp da bir şey hissedemeyen bir insanın, doktora gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama o durumda da sizin için yapacak pek bir şey kalmamış olabilir.

Ayrıca:

2 yorum:

  1. bu oyunu arkadaşlarıma beğendirememiştim bir türlü. hem de türkçe yamalı olmasına rağmen o basit bulmacalar da sıkılıp bıraktılar. spoiler olacak ama karnavalda ki buluşmaları öyle sıcacık öyle sevgi dolu idiyki sanki geçmişte kendim birebir yaşamışım gibi beynime işlendi. güzel anlatım için teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yani oyuna oyun demek zor, bulmacalar var ile yok arası. ama oynarken hüngür hüngür ağlatan çok az oyun olmuştur. bence kişinin beklentileri ile alakalı. bahsettiğin sahne mesela, tavşanın anlamının ay ile bağlantısını görünce resmen dağıldım.

      Sil